İYİ YAŞAM
Karaburun
İSTANBUL’UN
YAKIŞIKLI KARADENİZLİSİ:
KARABURUN
HEP AYNI SAHİLLERDE EFKARLANMAKTAN, AYNI MEKANLARDA YEMEK YEMEKTEN SIKILDIK. GİRDİ⁄İMİZ RUTİN YÜZÜNDEN, EN YAKINIMIZDAKİ GÜZELLİKLERİN BİLE FARKINDA DE⁄İLİZ. BU fiEHRİ FARKLI KEfiİFLERLE YAfiANIR HALE GETİRMENİN ZAMANI GELDİ DE GEÇİYOR BİLE… HADİ fiİMDİ KALKIN, HEP BERABER KARABURUN’A GİDELİM. İSTANBUL’U BİRAZ DA KARADENİZ’E DO⁄RU KEfiFEDELİM!
Yazı: Reyhan Bulut Fotoğraf: Ersoy Doğru
Karaburun ismi, birçokları için İzmir’e gitmişken uğranması gereken güzide noktalardan birini çağrıştırabilir. Ama bu yazının konusu olan Karaburun’un İzmir’le uzaktan yakından alakası yok. Rotamız tamamen İstanbul içine, ama biraz kuzeye dönük. İstikamet Arnavutköy; hayır en ünlü olan değil, kuzeyde, Göktürk’e yakın olan…
Bayramda herkesi bir telaş alıyor; nereye gitsek, ne yapsak? Sanki her bayram bir yere gitmek gerekiyormuş, bayram seyahat demekmiş gibi… Bazen şehirde kalmak iyidir. Daha önce keşfetmediğiniz yerleri keşfeder, en yakınınızdakiyle tanışma fırsatı bulursunuz. Tıpkı yıllardır sesini hep duyduğunuz ama hiç konuşmadığınız komşunuzla ilişkinize benzer bu. fiirin bir balıkçı kasabası olan Karaburun’un durumu biraz böyle… Göktürklülerin çoğu onu tanıyor, varlığını biliyor ama samimiyetleri yok. Oysa Karadeniz kıyısındaki konumuyla bambaşka bir havayı soluma imkanı sunan Karaburun, sizi iyot kokusuna çağırıyor. Arnavutköy ilçesine bağlı olan Karaburun, İstanbul’a 1 saat uzaklıkta. Göktürk’ten ulaşmak ise yarım saati geçmiyor.
Buraya geldiğinizde ilk olarak, gelişmekte olan bir ‘yazlıkçı’ havası göze çarpar. Yeni yapılan ve belli ki yapılmaya devam edecek olan binalar hızla çoğalıyor. Bu durum, insanı kaygılandırmıyor değil. Üçüncü köprünün yapımının gündeme gelmesiyle birlikte daha da kıymetlenen bölge, dileriz çirkin yapılaşmanın kurbanı olmaz. Ancak şimdilik endişeye mahal yok. Merkezden sahile doğru ilerleyin. Size uzaktan el sallayan deniz, yakınlaştıkça Karadeniz’e ait olduğunu hissettirmekte gecikmeyecek. Dalgaları, öyle şakaya falan gelecek cinsten değil. Yine de, uzun, pırıl pırıl kumsalını görünce neden daha önce gelmediğinize hayıflanacaksınız.
Karaburun Feneri
Limana indiğinizde Karaburun’un buradan ibaret olduğunu sanmayın sakın. Yukarı çıkıp hem manzarayı hem de Karaburun fenerini görmenizi şiddetle tavsiye ederiz. Mercekleri kristalden yapılan bu muazzam fener, Karaburun’un eski kale ucunda yer alıyor. Kristallerin gün ışığından zarar görmemesi için gündüzleri üzeri örtüyle kapatılıyor. Işık gücü bakımından dünyanın en güçlü üçüncü feneri. Denizden 54 metre yüksekte ve 15 mil mesafeden görünebiliyor. İçeriye girmek için hemen heyecanlanmayın sakın, çünkü önce İstanbul Kıyı Emniyeti’nden yazılı izin almak gerek. Zaten etrafı tel örgülerle kaplı. Neyse ki, bu teller fotoğraf çekmemize engel olamıyor. Dönüş yoluna geçmeden önce, önce manzarayı biraz seyredin, sonra havayı içinize çekin. Hazır Karadeniz’e bu kadar yaklaşmışken, ağırlıklı olarak Karadenizlilerden oluşan bölgenin halkıyla sohbet etmeden sakın eve dönmeyin. Karaburun, şehirden bunalıp kaçmak ve biraz kafa dinlemek için harika bir seçim. Ancak yine de beklentinizi düşük tutun. Kendi halinde, sakin, güzel bir balıkçı köyü düşleyin.
Karadeniz’in deli dalgaları
Yaz geride kaldı; denize girmek söz konusu değil. Ama gittiğinizde, sahil boyu birçok farklı yerdeki uyarı levhaları dikkatinizi çekebilir: ‘’Bu alanda denize girmek tehlikeli ve yasaktır!’’ Burada boğulma vakalarına ne yazık ki çok sık rastlanıyor. Rüzgarlı ve dalgalı havada, ne kadar iyi yüzme bilseniz de denize girmeniz tavsiye edilmiyor. Kime sorsanız, size aynı şeyi söyleyecektir. Özellikle burada yaşayanlar, Karaburun’un deli dalgalarını çok iyi bilir ve temkini elden bırakmazlar. Ancak rüzgarın ve dalganın bol olması, başka açılardan, başkalarına avantaj sağlıyor. Burası yamaç paraşütü ve sörf yapanlar için bulunmaz bir nimet.
Terkos’un konuyla ilgisi ne?
Durusu olarak da bilinen Terkos Gölü, Karaburun’da yer alıyor. Çok sayıda kaynak suyuyla beslenen Durusu, sahip olduğu su potansiyeliyle İstanbul ve çevresindeki su kullanımının önemli bir bölümünü karşılıyor. Adını, Kaleiçi olarak bilinen yarımadadaki Trikos manastırından alıyor. Fransızlar 19. yüzyılda şehrin susuzluğunu fark etmiş ve çözüm önerilerine Terkos Gölü’nü koymuşlar. Plan yapılıp Osmanlı Sarayı’ndan bir heyete sunulmuş ve böylece 1855’te bugünkü su fabrikasının temeli atılmış. Buradan buharlı kazanlarla tüm İstanbul’a su vermişler.
Nerede yemeli?
Dostlar Restaurant :Poyrazı bol Karaburun’un dalgalı denizinden sonraki en büyük esprisi, hiç şüphesiz balıkçı restoranları. Kime sorsanız, size en fazla birkaç restoranın adını verebilir. Biz de en iyi iki restoranı seçtik. Bunlardan biri, Dostlar Restaurant. Sami Usta’nın yeri olarak da bilinen mekan oldukça salaş, kendi halinde ve iddiasız görünüyor. Ancak iddiasının Sami Usta’nın kendine özgü yöntemiyle kesip pişirdiği balığında olduğunu anlamanız, siparişi verme hızınıza bağlı. Ustamız tekir, mezgit gibi balıkları Amasra usulü pişiriyor. İskorpit çorbasını ve mezelerini de tatmanızda fayda var. 30 yıldır müdavimlerine hizmet vermekten yorulmayan Sami Eti’nin birçok ünlü müşterisi de var. Türk sanat müziği eşliğinde, huzur içinde yediğiniz balığınıza ister salata ister peynir rakı eşlik etsin, her şekilde Karaburun sahilinin tadını çıkaracağınız garanti. Tam da balık mevsiminde mekanı keşfetmeniz isabet olur.
Liman Yolu No: 4 Karaburun
(0212) 762 20 18
Hanımeli Balık Lokantası: Karaburun’un en ünlü ve en şık restoranlarından biri olarak biliniyor. Özellikle karalahanalı kalkanı meşhur. Henüz tatmadıysanız, parmaklarınızı yemeye hazır olun. Izgara kalamarı da bir o kadar leziz. Nezih ortamı ve babadan kalma mekanı devralan oğulların özenli işletmesiyle hak ettiği ünü kazanan Hanımeli’ne gelen mutlaka memnun ayrılıyor. Hamza Birinci’nin eşiyle birlikte kurduğu mekan, bugün ikinci kuşak sahipleriyle yoluna devam ediyor.
Liman Yolu No: 1 Karaburun
(0212) 762 29 89
Sami Usta bize neler anlattı!
Dostlar Restaurant’ın ve aynı alanda yer alan Dostlar Kamping’in sahibi Sami Eti’yle fotoğraf çekmek için gittiğimizde bu kadar şahane bir insanla tanışacağımızı bilmiyorduk. Bizi tüm misafirperverliğiyle karşılayan güleryüzlü Sami Usta, sohbetimizin arasında Karaburun tarihiyle ilgili bilgiler de paylaştı. Söylediğine göre Karaburun köyünün tarihi 1850’lere kadar uzanıyor. Yukarıda bahsettiğimiz o ünlü feneri de Fransızlar inşa ettirmiş. 1870’te İngilizler Tahlisiye yani Can Kurtarma Teşkilatı’nı kurmuşlar. Köye Karadeniz’den gelip yerleşenler olmuş. Tek geçim kaynağı balıkçılık olan Karaburun’un ilk camii 1850’de yapılmış. Bazı kaynaklar caminin eski halinin bir fırının un deposu olduğunu yazarken, Sami Usta cephanelik olduğunu söylüyor. Bu detaya çok takılmıyor, Sami Usta’nın bize mutlulukla gösterdiği sevgili amforalarını inceliyoruz. Bugün kamp alanı olarak hizmet veren arazi, eskiden gemilerin yağ deposu olarak kulanılırmış. Yağlar da elbette amforalara konurmuş.
Bir önceki yazımız olan HAYAT BAYRAM OLSA başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.