RÖPORTAJ

H A S T A S I Y I Z! AYHAN SİCİMOĞLU

Yazar  | 

 

ONUN HAKKINDA NE SÖYLESEM AZ KALIR. DÜNYAYI ONUNLA GEZMEYE DE, İYİ MÜZİĞİ ONDAN DİNLEMEYE DE, HİKAYE ANLATIMINA DA, SOHBETİNE DE DOYUM OLMUYOR. HER ZAMAN ŞIK GÖRMEYE ALIŞIK OLDUĞUMUZ, KENDİNE HAS ÜSLUBUYLA HER DEM FIRTINALAR ESTİREN BİRİ AYHAN SİCİMOĞLU… AZ ÖNCE KEMER COUNTRY BAHAR ŞENLİĞİ’NDE KULAKLARIMIZIN PASINI SİLEN, BİZİ DANSIN KOLLARINA TESLİM EDEN DUAYENLE İSTANBUL’A VE DENİZE OLAN TUTKUSUNDAN MÜZİK ZEVKİNE, NASIL İYİ GEZİLİR TÜYOLARINDAN PROJELERİNE UZANAN ÇOK KEYİFLİ BİR SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRDİK. ANLATMASI BENDEN, İLHAM ALMASI SİZDEN. VE İŞTE KARŞINIZDA “HASTASIYIZ” DEDİĞİMİZ AYHAN SİCİMOĞLU!images

 

Being John Malkowich filmindeki gibi biz de Being Ayhan Sicimoğlu diyoruz. Kısaca biz size çok özeniyoruz. Ne olacak bizim bu halimiz?

Hep bana soruyorlar, okuyan mı bilir gezen mi bilir diye. Ben de şöyle diyorum, okuyarak gezen bilir. Bol bol okuyarak gezeceksiniz.

 

Hep böyle miydiniz? Bu enerjinin kaynağı nereden geliyor?

Hep böyleydim elbet. Enerjinin kaynağı konusunda birkaç kaynak unsuru var. Bunlardan bir tanesi merak. Çok meraklı bir insanım. Nasıl bir memleket, nasıl insanlar, ne yiyorlar, ne yapıyorlar diye hep merak ediyorum. Annem babam da böyleydi. Tabii bunun yanında aile ve okul terbiyesi geliyor. Okuduğum okullar, Talas Amerikan Okulu ve Tarsus Amerikan Koleji. Bu okullar benim hayatımda çok önemliydi. Merak etmeyi, soruşturmayı, incelemeyi, cevap almayı, alana kadar inat etmeyi öğretti. Babam da öyleydi. Bir şey sorduğumda saatlerce anlatırdı. Annem dalga geçerdi, sakın babana sorma, alçıya alır yine derdi. Babam sıkılmadan saatlerce anlatırdı, anladın mı diye de sorardı. Kendi bilmese de gider çalışır, anlatırdı. Türk milletinin de bence sorunu merak etmeme. Merak eden insanı bastırma problemi var bir de. Bu ayrıca tarihimizde de var. Hezârfen Ahmed Çelebi’nin kellesi kesilmiş. Dünyanın en önemli harita uzmanı Pîrî Reis, sultan emriyle boğdurulmuş. Yani öyle bir ülkede yaşıyoruz. Maalesef bütün bunlar oraya dayanıyor.

 

MFÖ’nün “Peki Peki Anladık” şarkısı size yazılmış. Orada “Sen neymişsin be abi?” sözleri size söyleniyor. Şehir efsanesi mi bu?

Şehir efsanesi değil ama sağ olsun Mazhar bazen bundan vazgeçiyor (gülüyor). Mazhar bazen evet ona diyor, bazen de hayır genel yazdık diyor. Onun sabahki kalkma durumuna göre değişiyor.

 

“BİZİM MÜZİĞİMİZ PAHALI MÜZİK, ALIN TERİ, GÖZ NURU…”

 

Birçok şeyi aynı anda yapıyorsunuz ve neye imza atsanız da başarılı oluyorsunuz. Bunun bir sırrı var mı?

Gene dediğim gibi ince eleyip, çalışmak. Bu müzikleri yaparken ben hepsini, bütün versiyonlarını dinleyip, nasıl yapacağıma karar veriyorum. Aranje ederken, bestelerken hep araştırıyorum. Muhakkak ki bir ilham da var. Ama günün sonunda araştırmanız lazım. Bütün müzikleri dinlemeniz lazım. Konserde dikkat ettiyseniz hicaz makamından tuttuk, bütün dünyayı kapladık aşağı yukarı.

 

Evet bunu da sormak istiyorum. İnanılmaz bir sentez yapıyorsunuz. Bu tarz bir albüm olacak mı yakın zamanda?

Aslında fena fikir değil. Böyle bir albüm projesi var ama tek tek şarkı çıkaracağım. Daha ne yapacağım bilmiyorum. Açıkçası ona vaktim yok. Bir de albüm piyasası çok fena. Albüm yaparken para kaybedeceğinizi bilirseniz oluyor, yoksa olmuyor. Diyeceksiniz ki ben bu albümden yatırdım parayı alamayacağım, zarar edeceğim; öyle başlarsanız ne ala. Başa baş gelsin deseniz bile olmuyor. Geçen albümde 25 müzisyen çaldı. Müzisyenlerin çoğu yurt dışından. Saatlerce stüdyo saati, kirası, müzisyenlerin konaklaması, uçak biletleri… Bilgisayar müziği yapmıyoruz çünkü. Öyle olsa kolay. Artık tek bir bilgisayarda yapılıyor müzikler. Hatta telefona istediğiniz melodiyi mırıldanıp, nota bile yazmıyorsunuz. Bilgisayarda hallediyorlar. Ama bizim müziğimiz değil o. O müziği ne dinleriz ne de yaparız. Bizim müziğimiz pahalı müzik, alın teri, göz nuru…

 

“İNSANLARI ULAŞAMAYACAKLARI YERLERE, BAŞKA BİR GÖZLE GÖTÜRMEM LAZIM.”

 

Televizyonda birçok gezi programı var. Ama biz sadece sizin için “hastasıyız” tabirini kullanıyoruz. Gerçi bunu da sizden öğrendik. Bu kitle neden size hasta? Diğer programlardan farklı kılan ne? Formatınızı nasıl hazırlıyorsunuz?

Bu BBC formatıdır. BBC formatı ne demek? Ekranda konuşurken sizinle konuşuyormuş gibi konuşmalıyım. “Sayın seyirciler” şeklinde değil. O zaman siz de izlerken benimle konuşuyor diyorsunuz. Ama ben bunları bilerek yapmıyorum, öyle akıyor. Hiçbir şeyi yazmam ben. Bazen kameraman pil bitti, bir daha yapar mısın der. Yapamam derim. Yakaladın yakaladın, ikincisini yaparsam başka oluyor çünkü. Yazılı olmadığı için bu böyle. İkinciyi yapınca da bambaşka bir yere gidiyor iş.

 

Sizinle dünyayı gezmek çok güzel. Şu anda TurkMax Gurme’de “Gastronomi Maceraları” ve İz TV’de “Limonata” programlarını izliyoruz. Bu programlar devam edecek mi? Yeni projeler var mı?

Edecek gibi görünüyor. Yeni proje olmasın gözünü seveyim, çünkü ayda yedi program çekiyoruz. Enerjim daha fazlasına yetmiyor. Bu yedi programdan üçü, kontratım gereği yurt dışı olmak zorunda. Gastronomi Maceraları yurt dışında çekilecek, Türkiye’de değil. Çünkü insanların merak ettikleri yerler oralar. Benim insanları ulaşamayacakları yerlere, başka bir gözle götürmem lazım. Turist gözüyle de değil, içine girip yaşamam lazım. Bunun için biraz yorucu tabii. Şimdi mesela Kıbrıs’a gidiyorum, bir çekim için. İlk defa orada çekim yapacağım. Ay sonu St. Martin’e, Karayip Adaları’na gideceğim. Uzak bir yolculuk o. Oradan gelip, yine Kıbrıs’a gideceğim, Kıbrıs’tan sonra İtalya’ya, Parma’ya gideceğim. Ramazan sonunda Fransa var. Fransa’nın Grignan Kasabası’ndaki çok önemli bir festivale gideceğim, Mektup Festivali’ne. Daha çok Batı ülkelerinde geziyorum. Son zamanlarda Doğu’ya epeydir gitmedim. İnsanlar orada gezmemi istiyorlar. Gerçi Rusya’ya, iki sefer Hindistan’a gittim. Sonrasında Japonya ve Çin de var, gidip film çekmediğim. Bakü’ye de gideceğim. Ve de Vietnam. İleride inşallah…

 

Pek çok yeri gezdiniz. Hiç gitmediğiniz, gitmek istediğiniz yer neresi?

Vietnam. Kısmet olmadı diyelim.

 

Sizi bir dönem Ghetto’da izliyordum. Şef Haldun Tüzel ile değişik bir deneyim yaşatıyordunuz. Gastonomi ve müzik deneyimi. Müzik ve yemeğin birlikte sunulduğu çok değişik bir konseptti. O format devam ettirmeyi düşünür müsünüz?

Onu yapacak bir kulüp lazım. Babylon var aslında ama onun da kendi mutfağı var. Ben karışmıyorum. O dönem Haldun Bey olunca, onu tanıdığım için ben karışıyordum. Benim karıştığım bir konsept olmalı. Güzel fikir olabilir aslında. Ancak bir kulüp lazım. Benim fikrimdi o konsept. Ghetto’nun sahibi arkadaşım olduğu için o dönem öyle bir şey yapalım demiştim. Siz tuttu, beğenildi diyorsunuz, demek ki güzeldi. Önce yukarıda yemek yeniliyordu, sonra aşağıya inilip müzik dinleniyordu. Bunu yapmak lazım. Güzel fikir olabilir Türkiye’de. İyi bir mutfağı olan iyi bir kulüp bulursak neden olmasın? Ayhan Sicimoğlu ile müzik ve yemek geceleri olabilir.

 

Gastomüzik geceleri mesela…

Aynen. Geçen gün birine teklif ettim. Ben bir mönü hazırlayayım, şeflerle birlikte. Önce oturup birlikte yemek yiyelim, yemeği anlatayım, sonra da oradan kalkalım ya da kalkmayalım -ortama bağlı- müzik yapalım. Sahnenin aslında orada olmasını istemem. Çatal bıçak sesleri eşliğinde müzik yapmayı… Gazino tarzı olmasın. Müziğe kendinizi vermeniz lazım. Buradaki akşam gibi. Ne güzeldi değil mi? İnsanlar dans ettiler, keyifliydi.

 

Grubun enerjisi muazzam. Sizin keza öyle. Bunu izleyenlere de yansıtıyorsunuz. Dolayısıyla performansı izlemek çok keyifli oluyor. Latin All Stars ile ne zamandır birliktesiniz?

Latin All Stars 15 sene evvel kuruldu. Eski gruptan kimse kalmadı. Tek tek bir şekilde herkesin yolları ayrıldı. Biri müziği bıraktı, biri Kanada’ya yerleşti derken yollar ayrıldı. Ama Latin All Stars isim olarak kalıyor. Öyledir zaten, yurt dışında da eski gruplar vardır, isim durur ama elemanlar değişir. Gençler gelmiştir, bazıları emekli olmuş ya da işi bırakmıştır.

 

Müzik hayatınıza nasıl girdi?

Çok küçükken. Ailede hepimiz piyano çaldık, ben akordeon çaldım. Sonra koleje gidince, lisede bateri çaldım. Rock’n’roll dönemi. Ona meraklıyım. Ondan beri müzik devam ediyor.

 

 

“İNSANLAR AYNA GİBİDİR; NE VERİRSENİZ SİZE ONU VERİRLER”

 

Biz sizin programlarınızda sadece farklı kentleri, coğrafyaları değil aynı zamanda sizin dostlarınızı da tanıyoruz. Benim açımdan çok özel bir durum. İnsan biriktirmek diye bir kavram vardır ve en büyük zenginlik olduğu söylenir. Bu açıdan bence siz dünyanın en zengin insanlarından birisisiniz. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz, insan biriktirme kavramına?

Çok teşekkür ederim. Bir insana bir şey verirseniz sizi hatırlıyor. Bir hocam söylemişti, hiç unutmuyorum bu sözü, dikkat edin, hangi arkadaşınızı özlüyorsanız o çok zekidir, demişti. Arkadaşınız zeki değilse özlemiyorsunuz. Düşünün bir, hayatınızdaki insanları, ailenizi, kan ilişkinizi bir kenara koyup düşünün, kimi özlüyorsanız özlediğiniz çok zeki biridir. Aptal birini özlemezsiniz. Geçen gün Sicilya’da çok küçük bir kasabaya gittim, çikolatası meşhur olan bir yer. Bir mağazaya gittim, tezgâhtar hoş bir kız. Ev yapımı çikolata satıyor. İlk gittiğimde kızla ne konuştum hatırlamıyorum. İki sene geçmiş üzerinden tekrar gidip o dükkana girdim, hoş geldiniz ne güzel sohbet etmiştik sizinle, dedi kız. Ben sonradan hatırladım. İyi bir sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Demek istediğim insanlar ayna gibidir, ne verirseniz size onu verirler. Ama tabii akıllı insanlar. Aptal insanın aynası parlamaz. Bakarsınız, paslı aynadır. Akıllı insanın aynası parlaktır, hemen size geri verir bütün verdiğiniz şeyleri. Arkadaşlıklar bu yüzden ayna gibidir, vereceksiniz ki geri alabilesiniz. Akıllı ve zekilerden… Aptallarla zaten uğraşmayın.

 

“İSTANBUL’UN METROPOL OLMA ŞANSI BİTTİ.”

 

İstanbul aşkınızı biliyoruz. Nasıl bir İstanbul’da büyüdünüz? Bize nasıl bir masal anlatırdınız?

Ah ah ah… Gazetedeki bugünkü yazımda (15 Mayıs 2016, Hürriyet Seyahat Eki) bahsettim. “İstanbul dönülmez akşamın ufkunda” yazının başlığı. İstanbul artık metropol olma yolundan döndü. 50-60 sene evvel bitti o hikaye. Metropol olma şansı bitti, artık olamaz. İstanbul dünyada bir tane olan, çok büyük bir köy. Maalesef çok göç alıyor. Tamamen hükümetlerin verdiği yanlış kararlardan ötürü, tüm yatırımların buraya yapılmasından… Orada Diyarbakır, Kars, Ardahan var, senin ülken ama bizim ülkemiz değil gibi. Oralara yatırım yapılmıyor. Misak-ı Millî ile çizilmiş sınırlar var ama o sınırlara dağıtamadılar maalesef. Zengin yatırımları da dağıtamadılar. Hepsini buraya yüklediler. Taşı toprağı altın İstanbul, şimdi taşı toprağı insan. 20 milyon insan olduğunu tahmin ediyorum. Her yer inşaat. Hala inşaat yapılır mı bu şehirde? Gökdelenler şehrin merkezinde, olacak şey değil! Bu tamamen cehaletle alakalı bir şey. En kötü cehalet parayla birleşince oluyor. Cehalet ve para el ele tutuşunca çok tehlikeli bomba. Tek başına cehalet kötü ama idare edilebilir. Tek başına para da idare edilebilir ama cehalet ve para el ele tutuşunca bomba!

 

Bir de sahip çıkma kültürümüz yok…

Yok çünkü kimse buralı değil ki. Yani herkes göçmen. Newyork’ta da herkes göçmen ama orada kurallar var. Arabanı park yeri dışına park edemezsin. Hiç unutmuyorum, bir gün park cezası aldım New York’ta. Bana, uğraşırsan eğer, o saatte tüm park yerlerinin dolu olduğunu ispat edersen cezanı geri alırlar, dediler. Burada öyle bir şey yok. Kaldırıma park ediyorsun çünkü park yeri yok, yapmamışlar. Yazıda da onu yazdım. Buraya şehircilik sıkıyönetimi lazım, acıtan. Ama yani mutlak hakimiyetiyle. Kimsenin gücünün olamayacağı, başbakanların, politikacıların dahi sözünün geçemeyeceği bir sistem kurulursa olur. Ama oradan biri pat diye bir telefonla bunları bozarsa olmaz o iş. Symi Adası’na gittim. Nasıl bu kadar güzel bir ada olabilir dedim. Datça rezalet, apartmanlar dolu. Yollar kötü, tepelerde binalar var. Röportaj için belediye reisi geldi. 17 sene evvel Rodos’ta bir kurul kurmuşlar. 12 kişi falan var kurulda. Fakat bu kurulu politika üstü bir kurul. Biz Atina’ya gittik milletvekili bulduk, Türkler karşı tarafta acayip acayip oteller yapıyorlar, bize niye izin vermiyorsunuz diye bas bas bağırmışlar ama onlar kusura bakmayın bizim öyle bir yetkimiz yok, o kurulun üzerine çıkamayız demişler. Kös kös döndük diye anlattı. Şimdi iyi ki öyle olmuş diyoruz, sizin oraya bir turist uğramaz ama buraya koca gemi gelir, kaç bin kişi dökülür, kimse kalmaz ama yer-içer bir sürü para bırakıp dönerler diye anlatıyor. Yani kısaca o vapur Datça’ya uğramadı. Şimdi o kurulun kurulmuş olmasına dua ediyorlar. Adada plastik sandalye, florasan lamba ve tabela göremezsin.

 

O programınızı izlemiştim. Adada sadece üç renk boyaya izin verildiğini anlatmıştınız. İlgimi çok çekmişti.

Evet ve onlar da toprak boyası olacak. Tabiata aykırı olmayacak. Katalog var oradan seçiyorsunuz. Size tek boya da vermiyor. Toprak boyası olacak yani solan boya olacak, plastik boya olmayacak. Vardır ya solmayan, su geçirmeyen boya diye. Bu öyle değil, su geçirecek, solacak. Yani diyeceğim çok zor, daha kaç fırın ekmek lazım kim bilir…

 

“HAKİKATEN BLUE JEAN ESKİYSE GİYECEKSİN, ESKİ DEĞİLSE ESKİTMEYECEKSİN.”

 

Peki hayalinizdeki İstanbul nasıl bir yer? Yine de bir yerinden bir şeyler yapılabilir mi?

Şu anda bir şey yapılamaz, çok geç. İstanbul’un dışına belki bir eski şehir kurulabilir. Eski İstanbul diye. Ama o da eski olmaz. Sahte eski olur. Hani var ya blue jean’leri eskitiyorlar şimdilerde, ben giyemiyorum onları. Hakikaten blue jean eskiyse giyeceksin, eski değilse eskitmeyeceksin. Yırtık blue jean var ya bir de, o yırtık değil, yırtıyorlar onu. Onun gerçekten yırtıkları var ama ben hippiyken giyiyordum.

 

Programlarınızda özellikle tarihimize sahip çıkmamız gerektiğini her fırsatta dile getiriyorsunuz. Yurt dışıyla kıyasladığımızda İstanbul şehir kültürüne sahip çıkmada 10 üzerinden kaç puan alır?

Sıfır puan alır. Daha doğrusu puanlamaya girmez. Puanlamaya girmesi için önce metropol olması lazım metropol değil ki? Yarışma dışı kalır. İstanbul’a metropol diyorlar, benim komiğime gidiyor. Metropol göstergesi yok çünkü. Saygısızlık diz boyu burada. Geçen gün yurt dışından geldim, havaalanında karşıda beni bekleyen araba var. Kaldırımda yürürken ayağımı attım, baktım araç nasıl hızlı geliyor, geri çekildim hemen. Fren yapıp, güldü. “Ayhan Bey filmleri izliyoruz, tabii değil mi?” yapıyor bana (gülüyor). Ben olmasam ezecek beni. Beni tanıdı durdu, beni tanımasa ayağımın üzerinden geçecek.

 

Yaşanılacak bir yer yaratma konusunda projelere açık olduğunuzu biliyorum. Şehircilik dünya turları gibi bir projeniz vardı. Bu askıya mı alındı?

Hayır, ben sadece teklif ettim bunu. Bütün belediye reislerine dünyayı gezdireyim, para falan da istemiyorum dedim. Göstermem lazım çünkü dünyada neler olduğunu. Ama şu an inanıyorum ki bu bir şey çözmeyecek çünkü kurallar yanlış. Onu görüyor, yanlış olduğunu da biliyor ama kurallar, sistem ve para onun elinde olmadığı için belediye reisinin bir şey yapabileceğini düşünmüyorum.

 

Kentsel dönüşüm furyası var şu an İstanbul’da…

Çok yanlış, müthiş yanlış bir şey. Akropolis, Atina’nın ortasında yükselen dağ gibi bir yer, onun altında gecekondular varmış. İlk oraya yerleşmiş insanlar. Orayı olduğu gibi tutuyorlar. Rio de Janeiro mesela, arkada favela vardır, gecekonduları vardır, olduğu gibi durur orada, renkleriyle… Hiçbir şekilde yıkılmaz, kentsel dönüşüm diye bir şey yoktur. Öyle bırakılır. Ankara’da mesela. Girişinde gecekondular vardır, çok severdim eğri büğrü, bahçeleri vardı, saksıları vardı. Biraz yolları tamir etseler, çamura çözüm bulsalardı… Ama şimdi iğrenç apartmanlar var. Kentsel dönüşüm yapılmış. Facia! Bu gusto meselesi. Kentsel dönüşüm diye bir şey olmaz. Bizim yaptığımız yanlış bir şey. O kendi içindeki gecekonduları yapacaksınız, onları yıkıp apartman yapmayacaksınız.

 

“İYİ MÜZİK DİNLERİM, BİLGİSAYAR MÜZİĞİ DİNLEYEMEM.”

 

Tekrar müziğe dönersek, ne dinlersiniz?

Karışık müzik dinlerim. Geçen gün üç gün durmadan Çaykovski dinledim. Radyo programlarımı gece uykum kaçıyor, evimde stüdyom var, orada yapıyorum. Sponsorum yok maalesef. Yeni sponsor arayışındayım. Dinleyemiyorum ne oldu özledik diyorlar. Şimdi programların tekrarları dinliyorlar. Yeni programlara yakında başlayacağım. Amerikan caz, Frank Sinatra’lar falan çaldım. Belirli bir müziğe takılmam, Türk Sanat Müziğini bilmem, dinleyemem. Bilmediğim için dinleyemem. Pop müziği hakkında fikrimi biliyorsun, söylememe gerek yok. Fantezi müziği maalesef anlayamıyorum, beni heyecanlandırmıyor. Stevie Wonder severim, hastasıyım! İyi müzik dinlerim, canlı müzik dinlerim, bilgisayar müziği dinleyemem. Bence o müzikler dünyadan kalkmalı. İnsan ruhuna zararlı! Hani diyorlar ya katkılı madde yemeyin, kanserojen onlar diye… Bence bu da kanserojen, insan sağlığına zararlı. Yahut da sigara gibi plakların üzerine yazmak lazım, insan sağlığına zararlı diye. Ruhunuza zararlı olabilir diye. İsteyen dinlesin. Sigaranın da üzerinde yazıyor ama isteyen içiyor.

 

Peki, “Renkli Masallar” kitabınızın devamı gelecek mi?

Çok istiyorum ama renkli masallarda beklediğim etkiyi bulamadım. Kimse okumadı gibi geliyor.

 

Siz çok iyi bir hikaye anlatıcısınız. Bence bu yüzden devamı gelmeli diye düşünüyorum…

Bence de gelmeli ama dediğim gibi kimse okumadı diye düşünüyorum. Sukutu hayale uğradım biraz. İnsanların benimle fotoğraf çektirmek ya da imza için aldıklarını düşünüyorum nedense. Onların da okuyup okumadıklarını bilmiyorum. Gazete yazıları takip ediliyor. Kısa yazıyorum gazetede. Gerçi ben de kitabı millet okumaz diye kısa kısa hikayeler şeklinde yazmıştım. Onu bile okumadılar bence, gerçi meraklıları vardır ama genelde okunmadığını düşünüyorum.

 

Okumayı seven bir millet değiliz, haklısınız…

Gazeteye ne yazılar yazdım ama hiçbiri basılmadı. Neden? Çünkü fotoğraf altyazısı istiyorlarmış. Foto olacak, altında kısa bir yazı olacak, konudan konuya atlayacaksınız, yani kısa olacak. Hikaye gibi yazamıyoruz maalesef. Buna artık alıştım. Öyle yazmamaya çalışıyorum ama tabii bu da beni kısıtlıyor. Başka bir gözle yazıyorum çünkü.

 

“ROMANTİK YOLDAN DEVAM EDİYORUM.”

 

Hep çok şıksınız. Zarif bir tarzınız var. Modaya meraklı mısınız?

Değilim. Moda bilmem.

 

Sizin giydiğiniz de moda olabilir diyelim…

Geçen gün bir marka aradı, reklam filmi çekebilir miyiz diye. Sizin stilinizi beğenmezsem giyemem dedim. Sponsor olmak istiyorlardı. Ama mesela Ayhan Sicimoğlu gömlekleri yapabiliriz dedim. Akıllarına yatmadı. Onların kafaları başka çalışıyor, reklam dünyasıyla hiç anlaşamıyorum. Birileri yazıyor tuhaf tuhaf ama lisan benim lisanım değil ki? O zaman beni almayın, gidin bir aktör bulun o konuşsun diyorum. Ayhan Sicimoğlu konuşsun diyorsanız onun kendi lisanıyla konuşması lazım. Geçen gün bir makarna reklamı geldi. Eşinizle mutfağa gireceksiniz ve makarna yapacaksınız diyorlar. Eşim böyle bir şey yapmaz ama daha güzel bir fikrim var, kızım soprano, onunla yapalım, İtalyan aryaları bilir, ben makarna yapayım, kızım arya söylesin, Puccini’den, Verdi’den, dedim. Daha güzel bir fikir değil mi? Ama hayır, anlaşamadık. Biri yazıyor ve öyle olsun istiyorlar.

 

“Neler gördüm neler yaşadım, bir an bile dönüp bakmadım hayata” diyorsunuz bir şakınızda. İyi yaşamanın formülü bu mudur? Plansız bir insan mısınız?

Plansızım. Akıntıdayım biraz. Doğru yere götürdüğünü düşünerek… Her zaman doğru yere götürüyor mu? Hayır. İş dünyasında çok kötü kararlarım oldu. İyi bir business mind bir adam değilim. Daha romantiğim. Business için bazı şeyleri yakamıyorum, romance benim için daha önemli. Şu yoldan gidersen çok para kazanacaksın diyorlar ama öbür yol daha çiçekli daha romantik bir yol diyorum ve o yolu seçiyorum. Onun için arkaya da bakamıyorsunuz çünkü kaçırdığınız şeyleri görüp ahhh diyebiliyorsunuz, o yüzden romantik yoldan devam ediyorum.

 

Hippilik devam yani…

Hastasıyız!

 

“DENİZDE İNSAN KENDİ KENDİSİYLE YALNIZ KALIYOR.”

 

Deniz tutkunuzu, yelkene merakınızı biliyorum. Hatta Atılgan isminde bir tekneniz var. Deniz üzerinde yaşamak nasıl bir duygu?

Denizde insan kendi kendisiyle yalnız kalıyor. Engin bir denizde bir tek siz varsınız. Zaten kalabalık bir tekneye de binmem. Az kişi olacak. İyi arkadaşlarınız olacak. Yoksa sıkılırsınız. Tabiatla berabersiniz her an her şey olabilir. Birdenbire fırtına patlayabilir. Karaya vurabilirsiniz mesela, tecrübeyle alakalı bunlar. Kaptan olmak ehliyetle alakalı olan bir şey değil, mil lazım. Bilmem kaç mil yapmanız lazım ki, rüzgarı akıntıyı bileceksiniz ki kaptan olasınız. Motor bileceksiniz. Yıllardır yelken yaparım, Akdeniz’i boydan boya, Atlantik’i boydan boya dolaştım. Enlemine gittim iki defa. Cádiz’den başladım Afrika kıyılarına kadar indim. İki defa da Venezuela’dan başlayıp Karayipler’e indim. Ama Doğu-Batı yapıp Atlantik’i geçemedim, aklım orada kalmıştır. Çok büyük macera olsa gerek o da.

 

Yeni tanıştığınız bir kenti tanımanın en iyi yolu nedir? Yola çıkanlar sizce nasıl bir yol izlemeli?

Benim yolum her şehre göre değişiyor. En son Bilbao’dayım. Pinçoz bar diye barları var. Bunlar küçük atıştırmalıklar yapıyor. Pinçoz barlarının peşinden dolaştım tüm Bilbao ve St. Sebastian’ı. 100 senelik eski barlar var. Hem onları tadarak hem de oradaki tiplerle muhabbet ederek dolaştım. Gittiğim yerlerde genelde oranın pazarına, çarşısına giderim. İyi lokantalarını bulmaya çalışıyorum. Nasıl buluyorum, güvendiğim bir tipe soruyorum. Nerede yiyelim diye… Birkaç kişiye sorup da aynı yer çıkınca oraya gidiyorum. TripAdvisor’a inanmayın ama. Oradaki yorumları genelde Amerikalılar yazıyor, onlara çok güvenmeyin. Bir otele güvenip gittik, sabaha kadar uyuyamadım. Güya beş yıldızlı. Nice’ de evimiz var. Bir gece arabayı park ettim, eve gidiyorum, asansöre bindim. Kapı açıldı, üç Türk aile. Tanıdılar beni. Kucaklarında bebekleri var, uyumuşlar. Gece 12, suratları düşmüş. Olay şu, bunlar internetten rezervasyon yapmışlar, otelin resimleri çok güzel, TripAdvisor yorumları güzel, full yıldızlı ama bir gelmişler içerisi kenef kokuyor! Biz burada kalmayız demişler ve çıkarlarken de benimle karşılaşmışlar. Üzüldüm duruma tabii, ne yapayım diye düşünürken bizim orada tanıdığım bir bar var. Yarı İngiliz, yarı Fransız her şeyi bilen bir sahibi var. Ondan üç otel ismi aldık. Hatta gittiğimiz ilk otel müthiş bir oteldi, içinde art gallery vardı.  Daha çok lokallerin geldiği. Çok teşekkür ettiler, bana yazdılar sonrasında da. Yani şunu söylemek istiyorum, internet işine dikkat etmek lazım, onlar aldanmışlar ben de aldandım. TripAdvisor facia!

 

Göktürk’e daha önce gelmiş miydiniz?

Enteresan bir şey var, ben Kemer Country’nin kurucu üyelerindenim. Esat Edin’in bu işe başlarken aradığı ilk 10 isimden biri de benim. Tamam deyip, parasını da yatırmıştım sonra Amerika’da yaşayacağım için hisselerimi sattım. O zaman Göktürk diye bir yer yoktu. Rahmetli çok yakın arkadaşımdı. Daha kara tahtada planlama aşamasındaki zamanını bilirim.

 

Bu kararda pişmanlığınız var mı?

Parasal anlamda evet. Yanlış yollar diyelim, hani az önce bahsettiğim arkana bakma hikayesi. Oturur muydum? Belki sonra, şimdi değil. İstanbul’un içinde yaşamak imkansız olduğu için otururdum. Evim Yeniköy’de, trafikten evden çıkamıyorum.

Bir önceki yazımız olan KÜRŞAT BAŞAR:“SÜREKLİ GÖRMEK İSTEDİĞİNİZ, SÜREKLİ İÇİNİZDE HİSSETTİĞİNİZ BİRİYLE YAŞANIR AŞK.” başlıklı makalemizde başucumda müzik, intowndergisi ve kürşat başar hakkında bilgiler verilmektedir.