RÖPORTAJ
ALİ POYRAZOĞLU:“OĞLUMU TÜRKİYE’DE BÜYÜTMEYİ BECEREMEDİM, O BİR HOLLANDALI…”
HAYATI LUNAPARKA ÇEVİREREK YAŞAYAN ALİ POYRAZOĞLU İLE HİSAR KÜLTÜR MERKEZİ’NDE OYNAYACAĞI “ÖDÜNÇ YAŞAMLAR” ÖNCESİ SÖYLEŞTİK. HASTAYDI, UÇAKTA ÜŞÜTMÜŞTÜ. OYUN ÖNCESİ DİNLENMESİ ENERJİ TOPLAMASI GEREKİRKEN SÖZ VERDİĞİ İÇİN UZANARAK TAMAMLADIĞI RÖPORAJIN SONUNA DOĞRU BU HALDE NASIL OYUN OYNAYABİLECEĞİNİ MERAK ETMEYE BAŞLAMIŞTIM. “SHOW MUST GO ON” DİYEREK HASTA YATAĞINDAN KALKIP, SAHNEDE İKİ SAATE YAKIN TEK KİŞİLİK VE TEK PERDELİK OYUNUNU OYNADIĞINDA “SEYİRCİ KUMBARASI”NI NASIL BİRİKTİRDİĞİNİ DE GÖSTERMİŞ OLDU. YOĞUN İLGİ GÖREN OYUN SONUNDA KİTAPLARINI İMZALADI ALİ POYRAZOĞLU…
Röportaj: Sim Yener
Hisar Kültür Merkezi’nde “Ödünç Yaşamları” oynadınız. Aynı adlı kitabınızdan yola çıkarak kendi yaşamınızdan da kesitler veren güldürü ustalığı ve yaşam koçluğu seminerlerini birleştirerek anlattığınız oyunu her oynadığınızda farklı anekdotlar ekliyor musunuz?
Evet, “Ödünç Yaşamlar” ve bir parça “Asi Kuş” da öyle. Bu üç oyun-ki birini gelecek sene oynayacağım- bir üçleme. Anılarımdan ve kendi yaşantımdan yola çıkarak yaşam üzerine düşünme, zihnimden geçenler. Nasıl fikirler geliştirdiğim, dünyaya nasıl baktığım, gelecek üstüne hayal kurduğum bir oyun. Hayaller günlerle birlikte değişiyor, değişmeli. Gelen seyirci de anlatacaklarımın şeklini belirlediği için biraz caz müziği gibi bir oyun. Ana temalar var onlar üzerine çeşitlemeler yapıyorum. Her akşam seyirci ile birlikte bir yolculuk yapıyoruz. Bize sunulan, toplumun bize sunduğu, yaşamamızı istediği ödünç yaşamlardan yola çıkarak onların ne kadar ödünç yaşamların bir parçası hale geldikleri üzerine seyirci ile birlikte düşünüyorum.
“HEPİMİZ HAYAL TACİRİYİZ, HAYAL MAHSULÜYÜZ.”
Oyunda “İki günü aynı olan insanın, bir günü kayıptır” mesajı müthiş bir felsefe. Biraz ütopik bir felsefe değil mi? Kolay mı bu felsefeyi uygulayabilmek günümüz şartlarında?
Hazreti Muhammed’in bir hadisi şerifidir bu. Ütopik olduğunu, hayal olduğunu düşündüğümüz her şey günümüzde gerçekleşti. Jules Verne’in kitaplarını düşünün; yazdığı zaman ne palavra demişlerdi, hepsi gerçekleşti Ay’a da gidildi. Bilim bütün hayalleri gerçekleştiriyor. Einstein’ın sözünü hiçbir zaman unutmamalıyız: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” Hayal gücü ile yola çıkarız bilgiyi devreye sokarak hayalleri gerçekleştiririz. İnsanı, hayvandan ayıran özellik hayal kurmasıdır. Hepimiz hayal taciriyiz, hayal mahsulüyüz. Anne-babalar hayal ettiler, çocuk yapalım dediler, biz olduk. Aile kuralım dediler, hayaldi oldu. Biz de bir sürü hayal kuruyoruz; bilimi, tekniği, sezgilerimizi devreye sokarak hayallerimizi gerçekleştiriyoruz.
“BEN HATALARIMIN ÜNİVERSİTESİNDEN MEZUN OLDUM VE BİR KEZ YAPTIĞIM HATAYI BİR DAHA YAPMAMAK İÇİN YAŞAMIMI HER GÜN YENİ BAŞTAN İNŞA EDİYORUM. HAYATI OYUN OLARAK YAŞIYORUM. OYUNLARIMI DA BU YÖNTEMİ KULLANARAK KURGULUYORUM.”
Kendine has duruşu olan, ödün vermeyen ve zaman zaman dik çıkışları olan, sivri dilli, biri olarak tanıdık sevdik sizi. Gerçek Ali ile sahnedeki Ali aynı mıdır? Hayatı oyun olarak mı yaşıyorsunuz?
Ben hatalarımın üniversitesinden mezun oldum ve bir kez yaptığım hatayı bir daha yapmamak için yaşamımı her gün yeni baştan inşa ediyorum. Hayatı oyun olarak yaşıyorum. Oyunlarımı da bu yöntemi kullanarak kurguluyorum. Benim anlattıklarım kendi hayat hikayem ama gerçekle kurgunun iç içe geçtiği hikayeler. Tıpkı yaşamın gerçeğinde olduğu gibi, yaşamla ölümün, siyahla beyazın, aşk ve nefretin iç içe geçmesi gibi gerçekle ve kurgu birbirini üretiyor.
Sizi Yeşil Kabare’den beri izleyen biri olarak, Yeşil’deki tadı bir daha hiçbir yerde bulamadık. Neden o tür kabare şov yapmıyorsunuz?
Evet, benim yaptığım özel bir formattı. Çok üzerinde düşünülmüş çalışılmış işbirliği yaptığımı arkadaşlarımla bir ekip olarak İstanbul’un hayatını dokuz yıl değiştiren, yaşamaya, eğlenmeye farklı bakan bir üslup yarattık. Sonra ben eğlenmemeye başladım, sıkıldım, vazgeçtim. Sıkıldığım her işi bırakırım. Eğlenmediğim hiçbir işi yapmam. Herkes eğlensin ama onlarla ben de eğleneyim diye yaptım. Yeşil Kabare para kazanıyordu ama parası beni ilgilendirmiyordu. Bir süre sonra eğlenmemeye başladım. Bıraktım, sattım. Ama tespitiniz doğru… Orada bulunmuş herkes bu lezzeti bir daha bulmadığını söyler, bir daha o tat da bir eğlence yapılamadı ama büyük emek verilmişti.
BENCE ÖLÜM KORKUSU. BELKİ İTELEMEK İÇİN, ÖMRÜ UZATMAK İÇİN…
Sinema ve tiyatro oyuncusu, yazar, yönetmen, çevirmen hep çok üreten ve çok çalışan Ali Poyrazoğlu. Nasıl bu kadar üretken olabiliyorsunuz? Bu bitmez enerjiyi nerden alıyorsunuz? 70 yaşında hala aktif tiyatro oynuyorsunuz. Nedir sizi sahnelerde tutan? Tiyatro sevgisi mi, alkışlanmak mı, maddiyat mı?
Hiçbirisi değil. Bence ölüm korkusu. Belki itelemek için, ömrü uzatmak için… İnsan kendini formda tutarak, aklını, zihnini, fiziki performansını formda tutarak, işini yaparak yaşamdan geçmeyi denemeli. Benim için emeklilik diye bir kavram yok. Olanları da anlamıyorum nasıl yapabildiklerini. Ben üreterek sağ kaldım, çok çalışarak. Yaptığım her işte çok eğlenirim. Eğlenmediğim hiçbir işi yapmam. Tiyatrodan sıkılınca sinemaya, sinemadan sıkılınca televizyona, oradan sıkılınca radyoya, üniversiteye, kitap çevirmeye. Yabancı dillerde oyun oynuyorum. Buradan sıkılınca Amerika’ya gidiyorum oyun oynamaya. Yaşamı bir lunaparka çevirdim. Lunaparkta çok eğleniyorum, devam edeceğim eğlenmeye.
Ne zaman başladı ölüm korkusu?
Üstümde öyle bir baskı hissetmiyorum. İnsanı yaratıcı olmaya iten şey ölüme meydan okumak. İçgüdü olarak düşünüyorum.
Broadway’de sergilenen “Pera” adlı yapımda başrollerden birini oynadınız. Nasıl hissetmiştiniz kendinizi?
Büyük bir macera! Türkiye’de büyük bir şöhretken, kurulu düzenim varken risk alıyorum. Broadway’den bir teklif gelince Amerikalı usta oyuncularla İngilizce başrol oynadım.
Korkmadınız mı başaramamaktan?
Hiç korkmadım. Amerikalı aktörler 1 ya da 1,5 ay sonra ancak hazırlandılar. Ben 15 gün sonra hazırdım.
İlgi nasıldı?
Tıklım tıklımdı.
Yunanistan’da, Fransa’da Almanya’da, İsviçre’de, İngiltere’de onların dilinde oynadınız. Nasıl bir duygu?
Farklı sularda, farklı denizlerde yüzmek bir maceradır. Yabancı bir denizde yüzmeyi denemek istedim. İnsan kendini sınamalı. Ben kendimi iyi silahlanmış, iyi donanımlı hissediyorum. İyi donanımlı, bir insan çok dalda düşünebilen insan, daha yaratıcı oluyor. Ben zihnimin yattığı yolda kendimi eğittim.
“ZAMAN ZAMAN DA ANTİPATİK OLDUĞUMU BİLİYORUM.”
Dünya tiyatrolarında oyun oynamış dünya vatandaşı Ali olarak, Türkiye’de dünyadaki diğer meslektaşlarınıza göre ne fark var?
Her yerde aynıyım. Aklımdan zihnimden geçenleri, düşüncelerimi, aklıma gelenleri de yazarak çizerek yüksek sesle televizyonlarda söylüyorum. Risk alıyorum. Ama insan önce kendine karşı dürüst olmalı. Bunun için de antipatik olmayı göze alabilmelisin. Ben göze alıp zaman zaman da antipatik olduğumu biliyorum.
Türk tiyatrosunu nerede görüyorsunuz? Eski tiyatrolara göre yenileri nasıl buluyorsunuz?
Son zamanlarda çok geliştiğini, dünyada olan biteni yakalamaya çalıştıklarını görüyorum. Genç oyuncular, genç yönetmenler, yazarlar var. Eski tiyatrolar da daha heyecan verici işler yapmak için uğraşıyorlar. Eskisi ile yenisi ile gerçi sanatın eskisi yenisi olmaz, iyisiyle kötüsüyle kendini yeniden yaratmaya, küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir Türk tiyatrosu olarak görüyorum. Zaten doğrusu da bu, hepimiz yeniden doğabilmenin Rönesans kurallarını keşfetmeliyiz.
Yeni oyunları takip edebiliyor musunuz?
Tabii takip ediyorum. Geçenlerde 20 gün Paris’e gittim. Her gece bir oyun seyrettim.
Hangisini beğendiniz?
Çoğunu beğendim.
Sizi oynarken en çok keyif veren oyununuz hangisi?
Her oyun bir insanın çocuğu, her yarattığı karakter de. İnsan hiçbir çocuğunu ötekinden daha farklı sevmez. Aslında sever de ayırt etmez. Onlar da benim çocuğum gibi hiçbirini ayırt edemem. Bütün rollerim benim vazgeçilmez kan kardeşlerimdir.
“HEP EMEK VERDİM, KENDİMİ GELİŞTİRDİM, RİSK ALDIM. HEYECAN VERİCİ PROJELER YAPTIM. ONLARLA OLAN İLİŞKİMİ HEP TAZE TUTTUM. BAYATLAMIŞ BİR EVLİLİĞE DÖNÜŞTÜRMEDİM. SEYİRCİYLE İLİŞKİM HER GÜN BALAYI GİBİDİR.”
Tiyatroların çoğu perdesini indirirken sizin tiyatronuz oyunları kapalı gişe oynuyor. Sizce sırrı nedir?
Seyirciler benim meslektaşlarım. Onlarla birlikte yapıyorum. Onlar beni destekleyerek bugüne kadar taşıdı. Ben de hep emek verdim, kendimi geliştirdim, risk aldım. Heyecan verici projeler yaptım. Onlarla olan ilişkimi hep taze tuttum. Bayatlamış bir evliliğe dönüştürmedim. Seyirciyle ilişkim her gün balayı gibidir. Bu seyirciyi kumbaraya para atar gibi biriktirdim. Her sene tiyatro yapıyorum. Risk aldım yeni oyun koydum, geldiler beğendiler yeniden geldiler. Yeni gündem açtığımı gördüler. Onlar için yüksek sesle düşünüyorum, yaşam için yeni pencereler açıyorum.
Ali Uyanık gibi bir fenomen yaratmış biri olarak televizyondan neden uzak duruyorsunuz?
Televizyondan uzak duruyor gibi görünsem de, 60 filmim var sürekli oynuyor. 350 bölüm dizi yaptım, 200 bölüm talk show yaptım, onları da zaman zaman veriyorlar. Aklı başında talk show’a çağırdıklarında, arkadaşlarıma gidiyorum. Televizyona ayıracak zamanım yok. Tiyatro yapıyorum, şirketlere eğitimler veriyorum, üniversitede ders veriyorum. Geçen gün teklif geldi 6 gün sette olmasın tam size göre bir rol dediler. Ben başrol olmasın küçük rol verin ama sadece haftada 1-2 gün sete gidebilirim dedim. Ali Poyrazoğlu olarak buna ağır yük verelim taşısın diyorlar ama ben ancak haftada 1-2 günlük rol olursa gelin beni bulun diyorum. Çalıştığımız projeler var.
Bir sanatçı olarak okumayan, araştırmayan gençliğimizden entelektüel seviye olarak sizin umudunuz var mı?
Okumuyorsa ,araştırmıyorsa ne sanatta ne de başka bir meslekte hiçbir dalda umudum yok, olamaz da zaten. Daha okuyan gençleri, kendini değiştiren, aklını zihnini geliştiren, yaşadığı çağı ıskalamayan, sorumluluk taşıyan gençleri tercih ederiz.
“HEPSİ FARKLI BİR ÇİÇEK. HER ÇİÇEĞE FARKI ÖZEN GÖSTERMEMİZ LAZIM.”
Yeni gençlik için düşünceleriniz?
Yeni gençlik derken ben genellemelerden çok korkarım. Yeni gençlik olarak hepsini bezelye konservesi gibi bir örnekmiş gibi düşünmemize olanak yok. Hepsi farklı bir çiçek. Her çiçeğe farkı özen göstermemiz lazım.
Hayatı dolu dolu yaşayan ve yaşamın tadını çıkaran biri olarak yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey var mı?
Gezmeye, seyahat gezmeye bayılırım. Çingene ruhluyum. Güney Amerika’yı, Arjantin, Brezilya, Küba’yı görmedim. Afrika’nın gitmek istediğim ülkeleri var. Gidip gezmek istiyorum.
Bugün geriye baktığınızda pişmanlıklarınız var mı? Mesela Şehir Tiyatroları’ndan atılmışsınız. Geriye dönme imkanı olsa aynı şekilde mi yaşardınız?
Şehir Tiyatroları’nda isyan çıkarıp atılmıştık, geriye dönme imkanı olsaydı gene isyan çıkarıp atılmayı göze alırdık. Bugün atılanların hepsi Türk tiyatrosuna imza atan çocuklar oldular.
“GERÇEK DOST ZAMANLA YERLİ YERİNE OTURAN, TIPKI SEVGİ VE AŞK GİBİ, KARI KOCALIK GİBİ, SEVGİLİ GİBİ ZAMANLA PİŞİYOR. ZAMANIN PİŞİRDİĞİ İNSANLARLA GERÇEK DOST OLABİLİYORSUN.”
Hedonizmin yaygınlaştığı materyalist, benmerkezci bir dünyaya dönüşen günümüzde gerçek dostlarınızı nasıl seçersiniz?
Gerçek dostlar seçilmiyor, zamanla oluşuyor. Tanışıklıklar oluyor, ahbaplıklar başlıyor, zaman onu süzüyor. Bir kısmı ahbap olarak kalıyor bir kısmı tanış oluyor. Gerçek dost zamanla yerli yerine oturan, tıpkı sevgi ve aşk gibi, karı kocalık gibi, sevgili gibi zamanla pişiyor. Zamanın pişirdiği insanlarla gerçek dost olabiliyorsun.
Sizce aşk nedir?
İki kişilik bir devrimci örgüttür.
Hangi üniversitede hocalık yapıyordunuz? Devam edecek misiniz?
Maltepe’de yapıyordum, bıraktım artık yapmayacağım.
Kitap da yazıyorsunuz. Kaç tane oldu? En çok satan hangisiydi? Var mı yeni kitap?
Yedi kitap oldu. Sırada üç tane daha var. En çok “Ödünç Yaşamlar” satıyor. “Bizi Tamamla Ey Aşk” da çok satanlar arasında.
İyi bir aşçı olduğunuzu biliyoruz. En iyi yaptığınız yemekler ve püf noktaları neler?
Her yemeği iyi yaparım. Bu terbiyesizce soruyu sorduğun için seni kınıyorum (Gülüyor).
“BUGÜNKÜ AKLIM OLSAYDI BİR UZLAŞMA SAĞLAYABİLİRDİM ANNESİYLE.”
Başka pişmanlığınız var mı? Yıllar önce Londra’dayken bir oğlunuz olmuş.
Çocuğumu Türkiye’de büyütemedim. Hollanda’ya yerleşmesine izin verdim. Becerebilseydim bana daha yakın olsaydı onun daha fazla tadını çıkarabilseydim. Bana daha yakın olmasına izin verseydim. Beceremedim, olmadı, istemedi. Annesi istemedi, haklıydı götürmekte. Bugünkü aklım olsaydı bir uzlaşma sağlayabilirdim annesiyle. Çok gençtim, isteyen gelir tarzındaydım.
Görüşüyor musunuz oğlunuzla?
Görüşüyorum ama Hollandalı. Felsefe okuyor. Bitiriyor.
Tiyatroya ilgisi var mı?
Hiç yok.
Göktürk’ü nasıl buluyorsunuz?
Yeni keşfediyorum. Düşünürüm buraya yerleşmeyi. Gümüşsuyu’nda oturuyorum Ama bizim oralar cehennem! Gidip gelmesi zor, bizim işimiz hep şehirde. Bizim yaptığımız işe göre burası uzak. Ama özel hayat için çok güzel. Ben Kilyos’ta muhteşem bir ev yaptırmıştım. Ama gidip kalamadığım için hiç oturmadan dört sene sonra sattım. Şimdi pişmanım. Bizim hayatımız ne yazık ki şehirde.
Gelin Göktürk’e…
Burası organize, orası öğle değildi. Ama burası da fazla dolmaya başladı.
Bir önceki yazımız olan Azra Kohen:“VARLIK İÇİNDE HEDONİZMDE KAYBOLMUŞ BİR TOPLUMDAYIZ.” başlıklı makalemizde akilah, azra kohen ve azrakohenröportaj hakkında bilgiler verilmektedir.